İtalya (C6) | 05-11.11.2017
Eğitimin birinci günü, sabah erkenden kalkıp UNESCO tarafından da korunan Fagetta Ormanı’na doğru yola çıkıldı. Kısa yolculuğun ardından varılan ormanda çocukluk anılarına döndüren, koşturan, hissettiren, dinlemeyi sağlayan ve bütün duyulara, duygulara hitap eden günün ilk aktivitesi gerçekleştirildi. İkili takımlar yapıldı ve bir gözü kapalıyken takım arakadaşı onu yönlendirdi. Bu şekilde nesnelere dokunmasını hissetmesini sağladı. Bu etkinlikte katılımcılar ağaca sarıldı, koştu, yuvarlandı, kokladı, dokundu, hissetti, doğayı görmektense hissetmenin tadına varılan eşsiz bir deneyimdi. Bu deneyimin ardından, doğada insanın kendini nasıl hissettiği ve doğanın ne anlam ifade ettiğini gösteren bir etkinlik yapıldı. Büyük kağıtlara, takım arkadaşı yardımıyla siluetler çizildi ve etraftan topladığımız yapraklar, odunlar ve meşe palamutlarıyla bu siluetler süslendi.
Bu etkinliğin ardından, kayın ormanlarının derinlerine doğru, doğayla kurmayı sağlayan sessiz yürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüş sonunda herkes doğadaki süper gücünü anlattı. Bu etkinliğin, doğadaki küçük nesneleri fark etmekten, sonsuz döngüleri hissetmeye, doğaya ait olmayan nesneleri gözlemlemeye, her ağacın ve yaprağın kendi hikayesini fark edebilmeye yarayan kazanımları vardı.
Sonraki durak, “CALDARA di Manziana” adındaki ulusal park oldu. Bu yolculuğun sonunda volkanik bir arazinin ortasından geçip hala dumanı üstünde olan gayzerleri görüldü. Parkın ormanlık kısmında katılımcıları “Doğa Sanat Galerisi” başlıklı bir tabelanın arkasında “Vincent Van Gogh” kostümlü bir doğa korumacısı bekliyordu. İlk olarak şampanya kadehlerine yapraklar dolduruldu ve bunlar etrafa saçılarak bir kutlama yapıldı. Tıpkı bir galeri açılışı gibi. Hemen ardından ise, doğanın sunduğu her bir sanat eseri çerçevelendi, onlara birer isim verildi, canlandırdığı duygu ifade edebildi ve eserler isimlendirildi. Bir diğer etkinlik katılımcılara paletler verildi. Bu paletler üzerindeki bantlardaki renklerin doğadaki eşleri bulundu. Bu etkinliğin ardından hedef odaklı düşünmeyi sağlayan, renk bulma oyununu oynandı. Verilen kartlarla doğadaki benzerleri eşleştirildi. Böylelikle mavinin, yeşilin, sarının, kahverenginin tonu keşfedildi ve doğanın sunduğu güzelliğin farkına varıldı. Görmekten çok, hissetmeyi dinlemeyi ve odaklanmayı gerektiren bir oyun da şu oldu: Bir kişi yarasa oldu ve gözlerini kapadı, diğer bir kişi de av olmayı üstlenip kaçtı. Yarasa her el şaklattığında karşıdakinden aynı şekilde yanıt aldığı ve böylece dinleyerek karşısındaki yakalayabildiği bir etkinlikti.
Raporlayan: Tuğse Su Toğa
Bugün kahvaltımızın ardından La Fagetta Ormanına ikinci kez yola çıktık. Hava soğuk, çok bulutlu ve nemliydi. Ormanın derinliklerine girdiğimizde ilk olarak doğa eğitmenlerimiz bizden çember oluşturmamızı istedi Eski dönemlerde İzlanda’da kullanılan tahta haritaların fotoğraflarını gösterdi ve bizlerden hayal gücümüzü kullanarak bu tahtaların ne amaçla kullanıldığını bulmamızı istediler. Haritaların yer ve yön algısındaki önemi ve medeniyet boyunca iklimlere göre değişimini konuştuk. Ardından ilk oyunlu eğitimimize başladık. Bu etkinlik için ilk önce rehberlerimiz gözlerimizi kapadı. Her birimizi daha önce hiç görmediğimiz farklı ağaçlara götürdüler. Bizlerden bu ağaçlara tıpkı saklanmaya çalışan yabani bir hayvan gibi diğer hislerimizi kullanarak tanımamızı istediler. Herbir ağaca yaklaşık 1 metrelik iplere bağlıydık. 15 dakika boyunca gözlerimizi açmadan ipin yarıçapındaki toprak dokusunu, yosunları, yaprakları, taşları, çalıları, hayvanları ve yer şekillerini tanımladık. Dokunarak, koklayarak ve duyarak kendi haritalarımızı kafalarımızda çıkardık. Sonra bizleri tekrardan ellerimizden tutup toplanma noktasına götürdüler. Bu sırada gözlerimiz hala kapalıydı. Gözlerimizi açtıktan sonra, istediğimiz renklerdeki boyutlarda ve dilediğimiz şekilde kafamızdaki haritayı kağıda aktarmamızı istediler. Sonucunda, herkesin yaklaşımı çok farklıydı. Herkes kendi kağıdını alıp ağacını bulmaya gitti. Aynı duyguları tekrar hissedebilmek için, kendi ağacımız olduğunu düşündüğümüz ağaçlara gözlerimizi yeniden kapatıp test ettik. Herkes kendi ağacını bulabildi. Ormanda kısa bir gezintiden sonra ormanın nispeten daha açık olan bir noktasına gittik. Buradaki devrilmiş büyük ağacın yanında ekosistemdeki dengeleri daha iyi anlamamızı sağlayacak bir oyun oynadık. Bu oyunda herkes boynuna astığı kartlarla farklı birer canlı oldu. Besin zinciri ilişkisiyle birbirimiz arasında iplar bağladık. Kurduğumuz bu ağ, aramızdan biri ipi bırakınca çöktü ve dağıldı. Ekosistemdeki herbir canlını önemi bu oyunla sembolize edilmişti. Boynumuza astığımız canlılar her birimizin kendi isteğiyle seçtiği canlılar oldukları için önceden içselleştirilmişti. Ekosistemin temel bir parçası olduğumuzu somutlaştırmış olduk. Bu oyundan sonra öğle arası verip, Riserva di Macchiatonda adlı koruma altındaki sahil alanına gittik. Bulunduğumuz bölgenin ekosistemini yürüyüşle tanıdıktan sonra bölgedeki canlılar ve bölgeyi koruyan yasalar hakkında hem görsel materyaller ile hem de sözlü sunulan bilgiyi aldık. Sahilde ve tatlı su alanlarında bir süre kuş gözlemi yaptıktan sonra buradaki arazi çalışmamızı bitirdik. Yoğun bir günün ardından, son durağımız olan Santa Severa kalesinde gün batımını izledik ve ikinci gün eğitimimizi burada sonlandırdık.
Bu çalışmalar boyunca doğaya tamamen gözlerimiz kapalı güvenebilmeyi, ekosistemdeki her bir canlının önemini ve biyolojik koruma üzerine olan yasakların ve antlaşmaların değerini anladık. Torak erozyonundan deniz canlılarının yumurta tiplerine kadar geniş bir yelpazede bilgi alabilme şansımız oldu. Doğa rehberi olmak için çıktığımız bu yolda her geçen gün kendimizi daha donanımlı hissediyoruz…
Raporlayan: Öykü Zümrütdal, Ecem Kuşçuoğlu
Yolculuğumuz Oriolo’dan Roma’ya giden trene binmemizle başladı. İlk durağımız Popolo Meydanıydı. Meydanda Mısırdan getirilmiş anıtlar vardı. Burada günün ilk kahvesini yudumlayarak güne başladık. Meydandan İspanyol Merdivenlerine doğru yol aldık. İspanyol Merdivenleri İspanya Konsolosluğunun hemen yanında yer aldığı için İspanyol Merdivenleri olarak adlandırılmış. Merdivenlerin bir diğer özelliği ise burada defilelerin düzenlenmesiymiş. Burada biraz soluklandıktan sonra aşk çeşmesine yani İtalyanca adıyla Di Trevi’ye yol aldık. Çeşmenin olduğu yerde muazzam bir kalabalık vardı. Birçok insan çeşmeye paralar atarak dileklerde bulunuyordu. Çok romantik bir ortam olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bir evlilik teklifine bile şahit olduk burada. Di Trevi’de fotoğraflar çekilip dileklerde bulunduktan sonra çevredeki dükkanları gezmeye başladık. Magnetler, kartpostallar, anahtarlıklar arasında yolculuğumuza devam ettik. Collesium’a giderken yol üstünde, Bazilica di Sezar (Sezar’ın mezarı) ve arkasındaki muhteşem manzarayı seyre daldık. Daha sonra bütün görkemiyle belediye binasını (Municipality of Rome) gördük. Belediye binası şehir içindeki en muazzam yapılardan biriydi. İçinden asansöre binerek binanın üst katlarına çıkarak muhteşem Roma manzarasını izleyebilirsiniz.
Ayrıca binanın çeşitli yerlerinde Cavallery adı verilen heykellere rastladık. Bu heykeller o kadar büyük ve görkemli ki şehrin bir çok noktasından görülmeleri mümkün. Belediye binası, Roma’da görülmesi gereken yerlerden biri. Belediye binasından sonra nihayet Colosseo’ya vardık. Bu iki yapıt birbirine bir hayli yakın. Colosseo’nun yapımına İmparator Nero zamanında başlanmış. Bu arenada gladyatör dövüşleri yapılırmış. Gladyatör dövüşleri halkı eğlendirmek amacıyla düzenlenirmiş. Arena çevresinde dolaştıktan sonra soluğu Roma’nın o meşhur kafelerinden birinde aldık. Lazanya ve bruschetta yedik. İçerisinde mantar ve et bulunan lazanyanın tadı enfesti. Italyan yemeklerini tattıktan hemen sonra Vatikan’a gitmek üzere metroya bindik. Vatikan için Ottoviano durağında indik ve yürümeye başladık. Vatikan, Roma içerisinde yaklaşık 800 kişinin yaşadığı özerk bir bölge ve içerisinde muazzam el yazmaları olduğu rivayet ediliyor. Vatikan’dan aşağıya doğru inerek Trastevere’ye gidebilirsiniz. Trastevere, üniversite gençlerinin sıklıkla vakit geçireceği yerlerin başında geliyor. Burada vakit geçicerek ve yemek yiyecek pek çok mekan bulmak mümkün. Roma’da çok keyifli bir gün geçirdikten sonra konakladığımız çiftliğe gitmek için tren istasyonuna doğru yol aldık…
Raporlayan: Sibel Doğan, Mehmet Dönmez, Ufuk Sarısaltık